”Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden umutluyum.Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden de mutluyum!”

13 Şubat 2010 Cumartesi

ÇOCUKLUK İŞGAL ALTINDADIR!


"Resim: Serpil Odabaşı"

“Bu zulümdür; bir yandan otoriter eğitimin verdiği zulüm, diğer yandan Kürt olmanın yarattığı zulüm: Anadil yasak. Kimlik yasak. Kürt olmak yasak. Diline, kimliğine sahip çıkan Kürt çocuğu olmak yasak...Burada herşey yasak. Burada herşey işgal altındadır. Burada çocuklar, hem fiziki, hem de psikolojik olarak işgal altındadır.”
Faiz Cebiroğlu

Türkiye’de çocuk olmak, zordur. Türkiye’de Kürt çocuğu olmak, daha da zordur. Zorluk, ikidir: Birincisi, var olan otoriter eğitimden kaynaklanan zorluk. İkincisi, hem otoriter eğitimin, hem de ”Kürt” olmanın verdiği zorluk. Bu, çifte zorluk oluyor. Çifte zorluk, birleşiyor, tekleşiyor. Tekleşen bu zorluk, çocuklar için zulüm oluyor. Tekleşen bu zorluk, çocuklar için işkence, hapis ve ölüm oluyor.

Bu zulümdür; bir yandan otoriter eğitimin verdiği zulüm, diğer yandan Kürt olmanın yarattığı zulüm: Anadil yasak. Kimlik yasak. Kürt olmak yasak. Diline, kimliğine sahip çıkan Kürt çocuğu olmak yasak...Burada herşey yasak. Burada herşey işgal altındadır. Burada çocuklar, hem fiziki, hem de psikolojik olarak işgal altındadır.

Burada çocukluk, işgal altındadır.

Burada duygular, işgal altındadır.

Burada kimlik, işgal altındadır.

İşte böylesi bir sistem ve ortamda, daha 7 – 10 yaşlarındaki “işgalin çocukları”, polis panzerleri altında eziliyor. Diline, kimliğine, duygu ve öz-değerlerine sahip çıkmaya çalışan “işgalinin çocuklarına” gaz bombaları atılıyor, kafalarına, öldürülesiye, dipçiklerle vuruluyor.

Bu zulümdür. Türkiye’de çocuk olmak, hele hele Kürt çocuğu olmak, büyük bir zulümdür.

Türkiye’de çocuklara yapılan budur. Türkiye’deki “tek resmi dil, tek resmi ideolojinin” eğitimi ve bu eğitimin yarattığı ”terbiye”, budur. Zulümdür.

Zira burada, otoriter eğitim altında, çocuk sevgisi olmaz. Yoktur.

Burada hem otoriter eğitimden, hem de varlığı inkâr edilen bir halkın, Kürt halkının çocuğu olmak, zordur. Zulümdür.

Zaten genelde otoriter eğitim ve bunun yarattığı “terbiye", çocuğu daha baştan ”sosyal olmayan” bir varlık olarak kabûl eder. Bu şu demek oluyor: ”Sosyal” olmayan çocuk, sosyal olması için, ”otorite” sahibi olan kişilerin sözlerini dinlemesi gerekiyor. Bu norma karşı çıkmak, zulüm demektir: Ailede anne - baba dayağı, ilkokullarda başlayan öğretmen dayağı, karakollarda polis dayağı, jandarma dayağı, evde, sokakta, tarlada açık infaz, linç demektir.

Otoriter eğitimde çocuk olmak, hele hele Kürt çocuğu olmak, zordur. Zulümdür.

İşte böylesi bir sistemde Kürt, Türk, Arap, Laz, Ermeni ve diğer Anadolulu çocuklar, işkence görüyor. Böylesi bir eğitim sisteminde onlara hapis cezaları veriliyor. Böylesi bir sistemde çocuklar ölüyor / öldürülüyor.

Bu hem otoriter eğitimin, hem de başka halkarı inkâr etmenin yarattığı bakış açısıdır. Yıllardır, “tek dil” ve “tek resmi ideoloji” ile beslenen bu yanlış bakış açısı, çocuklar için zulüm oluyor. Bu bakış açısıyla, çocuklarımız dövülüyor, işkence görüyor, öldürülüyor; onlara onlarca yıl hapis cezaları veriliyor... Bir düşünün, böylesi bir bakış açısını desteklemek için Türkiye’de, atasözleri dahi icat edildi, ediliyor: “Ağaç yaşken eğilir.”, ”Çocuğunu dövmeğen, dizini döver” gibi.

Açıktır; böylesi otoriter eğitim sisteminden, Türkiye’de, çoğu zaman, "işkenceciler" yetişiyor. Bu çocuk bakış açısından, zulüm ve acımasız ”insanlar” çıkıyor.

Böylesi bir eğitim sisteminden, Kenan Evren gibi faşistler çıkıyor: ”Bu çocukları asmayıp, besleyecek miyiz?” deyip, 17 yaşında çocuk Erdal Eren’i idam eden, Kenan Evren tipi faşist ve çocuk katilleri çıkıyor.

Böylesi eğitim sisteminden, “çocukta olsa, icabına bakarız” diyen ve şu an Başbakan olan Receb Tayyip gibi insanlar çıkıyor. Böylesi eğitim sisteminden, Cizre’de 10 yaşındaki Şükrü Bağan’ın kafasına gaz bombası atan; 16 yaşındaki Yahya Menekşe’yi panzerle ezen; 14 yaşındaki Seyfi Turan’ı acımasızca dibçikle vuracak kadar “vahşileşen insan” tipleri çıkıyor...

Bu tesadüfi değildir. Bu, ne yazık ki, “tek resmi dil, tek ideolojiyle” beslenen Türk otoriter eğitim sisteminin bir sonucudur. Ve ne yazık ki, bu sistem ve gelenek devam ediyor. İşte, dünden bugünlere uzanan bu gelenekle, çocukluk devresi işgal altında tutuluyor. Bu gelenekle, duygular ve insan kimliği işgal altında tutuluyor. Buradan hareketle çocuklara fiziki ve psikolojik cezalar veriliyor.

Peki böylesi bir otoriter eğitimle yetişenlerin, insanlara - hele hele çocuklara - ”hoşgörü” ile bakmaları beklenir mi?

Böylesi bir otoriter eğitimle yetişenlerin, Kürt çocuklarına sevgiyle yaklaşmaları beklenir mi?

Elbette hayır!

Açıktır, Türkiye’de çocuklara uygulanan zulüm, buradan kaynaklanmaktadır.

Türkiye’de, Kürt çocuklarına uygulanan bu çifte zulüm, buradan kaynaklanmaktadır.

Tüm bunlar Türkiye’de var olan yanlış eğitimin ve sistemin sonucudur…

Artık, yaşadığımız bu çağda, çocukluk için, insanlık için son derece utanc verici olan bu işgalci eğitime son verilmelidir.

Zamanı gelmiştir; artık, Kürt, Arap, Ermeni, Laz ve tüm Anadolu halkları, anadillerinde duygularını ifade etmeli; eğitim / öğretimini yapabilmeli ve özgürce kimliğini yükseltmelidir, diyoruz.

Bu yazının “ilk sonuçları” oluyor. İlk sonuç, gelecek için ilk adım demektir.

Artık, gecikmeden ve korkmadan böylesi ilk adımları atmak, hem insana saygı duymanın, hem de insan olamanın ilk tanımı oluyor…

Yetti artık! Türkiye’de çocuk olmak, zor olmamalıdır.

Yetti artık! Türkiye’de, Kürdistan’da Kürt çocuğu olmak, zulüm ve ölüm olmamalıdır.